29 Eylül 2023 Cuma

Avcunu aç...

Asyada maymunlar yakalanırken maymunun elinin girebileceği kadar Hindistan cevizi yere sabitlenir ve içi boş olan Hindistan cevizinin içerisine maymunun seveceği bir parça meyve konur. Bunu gören maymun elini Hindistan cevizinin içerisine sokar ancak içerisindeki mevyevi çıkaramaz. Çünkü Hindistan cevizine açılan delik maymun elini sadece açtığı zaman çıkarabileceği büyüklüktedir. Bunu gören avcılar maymuna yaklaşır ve maymunu avlarlar. Nedeni maymunun aslında kendisine ait olmayan meyveyi gereksiz sahiplenmesinden dolayı Hindistan cevizinin içerisindeki meyveyi sahiplenmesi, inatla onun olmayan meyveyi almak için meyveyi bırakmamasındandır. Yani maymun kendisine ait olmayan, meyveyi bırakmamak için esir oluyor. 

Sana da tanıdık gelmedi mi bu olay. Bence şu an beyninde şimşekler çakıyor fakat ben biraz daha üzerine geleceğim. Hayatta bu benim dediğin hiçbir şey aslında senin değil. Esir olmaktan korkmadan benim demeyi öğretmiş sistem bize. Avcıların esiriyiz aslında farkında değiliz. Mesela senin olmayan paraya seninmiş gibi davranıp dilediğince harcayıp bankaların esiri oluyoruz. Belki bir iki defa kullanacağın bir maddeye aylarca çalışıp didindiğin bütün parayı verip patronun esiri oluyoruz. Halbuki elimizi açıp bizim olmayanı sahiplenmenin esaret olduğunu bilsek elimizi açarız ve esaret biter. Herkes özgürlüğün peşinde herkes özgür olmak ister ancak bizim olmayanı öyle bir benimsemişiz ki kimse hangi kör zindanlara hapsolmuş farkına bile varamamış. Kazancının beş on katını bu benim, benim olmalı dediğin bir eşyaya verip, o eşyanın sana sunduğu faydaların yarısından bile haberi olmadan, lütfen patron beni kovmasın, yeter ki çalışayım maddi getirimle borçlarımı ödeyeyim gerekirse daha çok çalışırım deyip senin olan hayatta ve bir dahası olmayan şu ömründe neden insanlar bile isteye esir ederler kendilerini. Neden son süratini göremeyeceğin bir araba için esir edersin kendini, neden içerisinde huzur olmayan evler için özgürlüğünü satarsın. Veya sen neden yapıyorsun bunu kendine. Asıl mesele özgürlük değil mi. Kendisini esir etmiş bir insana kim ne yapabilir. Asıl mesele özgürlükse senin hiçbir şeye ihtiyacın yok. Özgürlük hiçliktir, ne kadar az sahiplenirsen o kadar özgürsündür. Yani demem o ki avucunu aç elindeki seni esir ediyor…

Her İnsan Hırsızdır...

     Dünya üzerinde nere giderseniz gidin hangi medeniyete hangi topluma bakarsanız bakın hepsinde ortak kabul gören hem etik hem de yazılı bir kuraldır hırsızlığın yüz kızartıcı suçların başında geldiği. Çünkü hırsızlık emek çalmaktır, çalışıp didindiğin uğraştığın tırnaklarınla kazıya kazıya oluşturduğun bir birikim veya maddi bir varlığı hakkı olmadan alıp gitmektir. Evet çalmak büyük bir suçtur, emekleri sömürmektir, emek harcamadan hazıra konmaktır. Affı da yoktur esasında. 

    Karnım acıktı diye bir dilim ekmek çalarsanız kimse size bu konuda tolerans göstermez, madem karnın aç çalabilirsin demezler, demeyecektirler de. Yani bir nevi karnınızın aç olması o bir dilim ekmeği çalma hakkını size vermez. Belki de bu sebepten bir yerlerde karşımıza çıkan ve bizden yardım dilenen insanlara karşı ön yargımız. Kabul et kesin geçirmişsindir içinden acaba benden yardım isteyen bu insan gerçekten yardıma muhtaç mı, yoksa benim emeğimi hatta duygularımı mı sömürüyor ? Bu ikilemde mutlaka kalmışsındır ve vermemeyi tercih ettiğin de daha çoktur. 

    Peki hırsızlık dünyanın her yerinde emek sömürüsü olarak görülüyor ve hırsızlığa yeltenen her insan dışlanıyorsa ve hırsızlığın affı yoksa bir düşünelim. Hırsızın, hırsız olarak nitelendirilebilmesi için sadece maddi bir kazanç mı elde etmesi gerekiyor, emek ettiğin maddi bir kazanca belki bir dilim ekmeğe göz dikip hakkı olmadan senden alıp gitmesi midir?

    Mesela yıllar boyunca sırf hayatının bir yerlerinde olsun diye çalışıp çabaladığın ve üzerinde emeğin olduğunu adın kadar iyi bildiğin bir kişinin dönüp arkasını gitmesi de hırsızlık sayılmaz mı? Emek verdin, karşılıksız sevdin, içinde ilmek ilmek örülü yıkılmaz bir kale yaptın sadece o kişinin gelip yerleşebileceği, kim bilir belki sayısız tavizler verdin... Ve o kişi bütün bu emeklerini yok sayıp senin verdiğin tavizlerle, karşılıksız sevgini kullanarak ilmek ilmek ördüğün kaleyi yıkıp taş taş üzerinde bırakmayıp dönüp arkasını gittiğinde bu kişiye hırsız denmez mi. Emeklerini sömürdü yıllarca üzerine titrediğin bir fidandı belki, Meyvesini yemek istediğin. Senin bağını talan edip giden de hırsız değil midir ?

    İnsanız, hepimizin gözünden yaşlar akmıştır ve bu akan yaşları döktüren kimsenin ardından klişedir belki ama hep şu söylenmez mi döktüğüm bir damla yaşa bile değmeyen bir insanmış. Kimse gidene hırsız gözüyle bakmaz, giden de bakmaz kalan da.

    Belki de anlamamız gereken de tam olarak budur aslında. Giden de kalan da hırsız olduğunu bilse belki de bu kadar rahat davranmayacak, en azından yeşerttiğin umutlarını kökünden koparıp gitmeyecek. Çünkü içinden ne kadar arzuladığın şeyleri çalmak geçse de her insan bilir hırsızlığın yüz kızartıcı bir suç olduğunu. Bunu profesyonel hırsızlara da sorun onlar da aynısını söyleyecektir. Bu nedenledir ki can yakmamak için hırsız olmamak gerekir ve her insan hırsızdır... 

    Vermeden almak insan oğlunun bu çağdaki tek gayesi olmuş. Birilerinin çıkıp sen de en az benim kadar hırsızsın demeli bütün dünyaya. Bunun bilincinde olup yaşayabilmek ise tek ütopyam olsun...

Bu böyle...

 Bu böyledir demiyorum, bu böyle...

Olması gerekenleri konuşalım. Belki üç beş kişiyiz, sinirleri bozulan yorumlara ağzına geleni sayacak farkındayım. Ancak ben sadece doğruları olması gerekeni konuşacağım.

Ne ara bu hale geldik bilmiyorum. Bunca haksızlığın yaşandığı şu toplumda bir tanesi de çıkıp doğruları söylemeyecek mi. Haksızlık yapan kişi asıl sen oku bu yazılanları. Sen haksızsın, eğer sırf canım sıkıldı diye seni sevene dünyayı dar ediyorsan çevir çevir izle. Sen bağırdığında karşındaki susuyor diye kendisini sonuna kadar haklı zanneden zavallı en çok sen oku. Hoş bildiğin halde böyle davranmaya, bağırıp çağırmaya haksız olduğunu bildiği halde devam edene laf anlatılmaz ama belki ya bir umut diyerek içimdeki bütün zehri aynı senin yaptığın gibi boşaltacağım.

Sen var ya çok acımasızsın, haksız olduğun halde gönül almadın, yüklendikçe yüklendin, aslında başını yastığa koyduğunda ne yapmadığını çok iyi biliyorsun. Seni seven senin oyuncağın değil adın gibi biliyorsun ve biliyorsun ki aynısı sana yapılsa bir saniye durmazsın. Ama neden, neden ya ne gereği var insan bile isteye neden bunu yapar kendisine. O kadar mı değersizsin, o kadar mu mutsuzsun, mutsuzluğunun nedeni karşındaki insan olamaz bunu da biliyorsun. Üzerine düşeni yapıp güzellikler içerisinde yaşamak bu kadar mı zor. Fıtratından uzaklaştığın her an sana eziyet, bunu nasıl görmezsin. Başkalarının seni beğenmesi neden bu kadar önemli. Neden seni gerçekten sevene değer vermiyorsun. Sevgi kitaplardan, filmlerden ve dizilerden öğrenilmez, kimse seni filmlerdeki gibi sevmeyecek bunu görmemek için kör olmak lazım. Neden bu kadar körsün. İyiliğe, güzelliğe dair ne varsa şu hayatta hepsini bir kenara koyup giriştiğin bu anlamsız kavganın nedeni nedir. Bir sor kendine ben neden hayatı dar ediyorum kendime diye. Bile isteye neden bu kötülüğü yaparsın. Mutlu olmak karşındakini mutlu ettiğin kadar ötesi yok. Vermeden almak neyin nesi kim öğretti bunu sana hangi kitapta yazar, hangi kanun böyle bir çizgi çizmiş. Farkındasın biliyorsun adın gibi.

Ama sende bunu anlayacak kalp nerde… Ben söyleyip ben işiteceğim bunu da biliyorum. Açık açık konuştukça daha da canın yanacak. Fakat sen yine de akıllanmayacaksın. Diyorum ya küfürün bini bir para sen kudursan da ben gerçekleri yüzüne vuracağım.

Bittim dediğin yerden başlarsın...

       Doğum günüydü… 33 yaşına gelene kadar kırılmadık umudu kalmamıştı. Alışkın olmasına alışkındı aslında bu ilk de değildi, üzen de bu değildi zaten. Tek bir soru vardı aklında daha kaç defa… Kaç kez daha dağılıp dökülecekti, hadi bu gol değil ne zaman doksana takacaktı, tek yoran buydu. 

İnsan oğlu kırıldığı yerden kırmayı çok iyi bildi her zaman, mağrifet değildi ama kaç kez düşürüldüyse o kadar çelme takmayı da öğrendi. Dayak yiyerek atmayı öğrendi bu doğru. Fakat insan kendinden nasıl kaçardı işte asıl bunun çaresi yoktu. Umutlarını yıkıp giden birini unutmak zor olsa da bir müddet sonra üzerini kapatabildi üzerini insan oğlu. Ya kendi kendine ettikleri… Bunun çaresi var mıydı, boş verince geçecek miydi. Sanmam…

Doğum günüydü evet, hayalleri vardı dünyayı daha yaşanır bir yer kılmak için çabaladı hep çektiği sıkıntıları bir kenara koydu, dedi ki bu defa olacak bu kez başaracağım. Bir gün öncesinde kendi kendine taktığı çelmenin acısını kimden çıkaracaktı, etrafındaki sevenlerine sarılmak istedi önce ama ne kendine yakıştırabildi, ne de çevresindeki insanların bu sıkıntıyı omuzlamasını layık gördü. Çünkü kendi kendine etmişti esasında, biri canını sıkar oturur dertleşirsin canına sardığın insanları acına ağrı kesici yapar, yükünü hafifletirsin. Peki sana inanıp güvenen insanlara kendi yükünü yüklemek reva mıydı. Hep bu soruları sordu kendine. En ağır soru da daha ne kadar sürecekti bu daha kaç kez düşecekti ve kaç kez kalkacaktı, bir kez daha düştüğünde kalkacak gücü kendinde bulabilecek miydi. 

Hani gecenin en soğuk anı, güneş doğmadan önceki saliselerdir ya bu da aslında öyle bir şeydi. Daha kaç defa düşecekti bilmiyordu ama eğer toparlanıp kalkmazsa üzerindeki tozu toprağı silkelemezse asıl o zaman bitecekti her şey. Yaşamak da bir umut değil miydi, kendini en kötü hissettiğin zamanlarda dahi hep bir B planının olması değil mi aklını yitirmemek. Doğum günüydü o gün ve beterin beteri vardı. Bunun farkına vararak toparlandı. Kaç kez düştüğü değil kaç kez kalktığının önemi vardı. 



Avcunu aç...

Asyada maymunlar yakalanırken maymunun elinin girebileceği kadar Hindistan cevizi yere sabitlenir ve içi boş olan Hindistan cevizinin içeris...